Hamas Siyasi Lideri İsmail Haniye ile ilk kez 2012 yılında Gazze’de görüşmüştüm. Yine İsrail bombardımanı vardı. Bombalar altında Anadolu Ajansı’nın Gazze ofisini açmıştık.

Cuma namazından sonra beni hutbe verdiği minbere davet etmiş, Filistin’in sesini dünyaya duyuracak ofisleri açtığımız için elimi havaya kaldırmış, tüm Filistinlilere tanıtmıştı.

Aradan 12 yıl geçti. Gazze yine bombalanıyor fakat İsmail Haniye bu kez orada değil. Katar’da yönetim ofisinde görüştük.

Neredeyse hiç değişmemiş. Mütebessim, nezaketli, cana yakın ve güçlü konuşma şekliyle 12 yıl öncekiyle aynıydı.

Ancak Gazze 12 yıl öncesinden çok farklı. İnsanlığın görebileceği en acımasız katliam yapılıyor, şehir yerle bir ediliyor ve dünya devletleri ise bu soykırımı sessizce izliyor.

İsmail Haniye’nin de üç oğlu, 4 torunu ve aile üyelerinden birçok kişi bu katliamda şehit oldu.

Çocuklarının şehadet haberini aldığı, insanların o anki metanetine hayran kaldığı Katar’daki ikametgahında, o salonda oturduk.

Arkamızda Filistin ve Hamas bayrakları vardı. Kahve ve hurma ikram ettiler.

İsmail Haniye Gazze’de geçen hafta Han Yunus’ta İsrail saldırıları sonucunda şehit olanların acısını ve öfkesini yüzünde taşıyordu hâlâ.

İslam dünyasının bu katliamı durdurmamasına içerliyordu.

Ancak direniş, var olmak, mücadele etmek gibi kavramlardan da vazgeçmiyordu konuşurken.

Çok yoğun bir trafiği vardı. Kısıtlı zamanımızda çok şey sormak, konuşmak istedim ama pek mümkün olmadı. Yine de bu zor ve sıkıntılı zamanda görüşebilmek benim için önemli bir ayrıcalık oldu.

7 Ekim Harekatı yanlış bir strateji miydi?

Gazze’deki dram devam ediyor.

İnsani açıdan durum daha da kötüleşmiş onu anladım.

Aylardır gıda gitmeyen Kuzey Gazze’de açlık artık cana alacak noktaya gelmiş.

Bu konuları zaten medyadan takip ediyorduk. Ben Türkiye’de ve İslam ülkelerinde sıkça tartışılan bir konuyu sormak istedim kendisine.

7 Ekim Operasyonu’nun sonuçları çok ağır oldu. Bu nedenle harekatın yanlış olduğunu söyleyenler var ve sizi eleştiriyorlar. Ne düşünüyorsunuz?” diye sordum. Hiç tereddüt etmeden hemen cevapladı:

“7 Ekim Filistin için bir tarihin başlangıcıdır.”

“7 Ekim Filistin için yeni bir tarihin başlangıcıdır. Büyük bir zaferdir. İsrail için de büyük bir hezimettir. O gün İsrail’in yenilebilir olduğunu gösterdik.

O günleri hatırlayın, Filistin davası ikinci plana atılmıştı. Büyük İslam ülkeleri İsrail ile ilişki kurup, normalleşme süreci başlatmıştı. Ve bizim sorunlarımızı konuşan yoktu. 7 Ekim’den sonra tüm dünya Filistin’i konuşmaya başladı. Milyonlarca insan bizi destekliyor artık. Dünyanın dört bir yanında Filistin için gösteri yapılıyor. Tüm bunlar ‘7 Ekim Harekatı’ sayesinde oldu.

Biz zaten hep şehit veriyorduk. İsrail sürekli katliam yapıyordu, 7 Ekim’den önce de binlerce şehit verdik. O zaman ne vardı? O zaman dünyadan ses geldi mi? Tepki gösterdiler mi? Batı Şeria’da bugüne kadar İsrail binlerce Filistinli öldürdü. Bunun sebebi de Hamas mı?

Bizim harekatımızı eleştirenler zaten her durumda bizi eleştiren insanlar. Biz özgürlük mücadelesi veriyoruz, işgal edilmiş topraklarımızı kurtarmak için canımızı feda ediyoruz. Onlar ise bu işgale son vermek için hiçbir şey yapmadan eleştiriyorlar sadece.

Biz Allah’a güveniyoruz ve onun izniyle zafere ulaşacağız. Bu uğurda can vermeye de hazırız.”

Daha uzun ve daha derin konuşmak maalesef mümkün olmadı. Ne hikayeler vardır kendisinde. Ancak çoğunu anlatamayacağını da biliyorum.

Aslında sadece dünyanın kör ve sağır olmasına değil, bazı İslam ülkelerinin de duyarsız kalmasına hep birlikte şahitlik ediyoruz.

Bir gün bunun hikayesi de yazılacaktır elbet.

Bir Genç Kadının Acı Hikayesi

Katar’da kaldığım süre içinde Gazze’den getirilen Filistinli yaralılardan biriyle görüştüm. Son derece acı ama herkese örnek olacak bir hikayesi vardı.

Şahadat Ömer Al Qutati 23 yaşında yeni evlenmiş bir genç kız. İngilizce öğretmeniymiş. 11 Ekim’de kaldığı ev İsrail tarafından bombalanınca enkaz altında kalmış. Kocası o esnada şehit olmuş. Kendisi zorlukla çıkmış enkazdan. Şifa hastanesine kaldırmışlar. Sol bacağı dizinden kesilmiş. Yaralandığında 37 haftalık hamileymiş, çocuğu ölü doğmuş.

Şifa hastanesinde tedavi görürken bu kez İsrail askerleri hastaneye saldırmış. Oradan tekerlekli sandalye ile babası çıkarmış. Refah sınır kapısına kadar babası saatlerce yürüyerek kızını taşımış.

Oradan Mısır’a geçmeyi bir şekilde başarmış, sonra Katar’a getirilmiş. Türk Kızılay’ı ve Türk hastanesinde kaldığında Türk Dr. Mustafa Kadıoğlu onunla özel olarak ilgilenmiş. Bizi de Dr. Mustafa Kadıoğlu tanıştırdı.

Sahadat Omer Al Qutati

Hastanenin kafeteryasında babası, annesi ve yine Gazze’den gelen yaralı arkadaşıyla birlikte görüştük. Şaşırtıcı derece gülen yüzü, neşesi ve umutlu konuşmaları vardı. Gazze’de o kadar çok Türk dizileri izlemiş ki, Türkçe konuşmalarımızı anlıyordu ama konuşamıyordu. Tüm Filistinliler gibi Türkiye hayranıydılar.

Tekerlekli sandalyede bacağı yoktu ama sanki her an kalkıp koşacak kadar enerjisi ve motivasyonu yerindeydi. Zaten Gazzeli yaralılarla konuşan herkesin şaşkınlık ve hayranlıkla gözlemlediği ilk şey, onların morallerinin yüksek, motivasyonlarının güçlü olduğunu gösteren ruh halleriydi.

İyileşince yine Gazze’ye gitmek istiyormuş. Zaten erkek kardeşi Gazze’yi terk etmemiş. Onu yalnız bırakmak istemiyordu.

Anne babasının üzerinde bir olgunluk, bir saygınlık var. Kızlarıyla gurur duyuyorlar. Ve Filistin için duadan daha fazla şey yapmamızı istiyorlar.

Kemal Öztürk

aljazeera.net