Günlük yaşantımda, siyasette ve medya çalışmalarımda uzun süredir dikkatimi çekiyordu bu konu. Nefretin neden olduğu değişimi, zihni tahribatı ve sonunda insanı tüketmesini görebiliyorum etrafımda.

Seçim için şehirleri dolaştığımda çok karşılaştığım bir durum vardır. Vatandaşla, yerel gazetecilerle, kanaat önderleriyle, siyasetçilerle görüştüğümde onların ilk cevaplarını çok önemserim.

Mesela “Şehirde nelerden şikayetçisiniz?” sorusuna, “Her şeyden.” diye başlamışsa o kişi, görüşünü dikkate almam.

“Bu adayın olumlu bulduğun yanı nedir?” sorusuna, “Hiçbir olumlu tarafı yok ki.” cevabı da benim için yok sayılacak bir görüştür.

Siyasi değerlendirme yapan meslektaşlarıma, siyasilere televizyon ekranlarında bazen şunu sorarım:

“Peki iktidarın hiç mi iyi yaptığı bir şey yok?”

Ya da

“Muhalefetin beğendiğiniz tarafı var mı?”

Bu iki soruya “hiç yok” diyenlerin değerlendirmeleri bana göre yanlış yere götürür bizi.

Çünkü böylesine toptancı, böylesine her şeyi kötü gören birinin zihnini nefret esir almıştır kanaatimce.

Çünkü nefret mantığı, aklı ve adalet duygusunu esir alan çok kuvvetli bir duygudur.

İktidar ya da muhalefet saflarındayken yer değiştiren insanlarda çok görüyorum bunu.

Her şeyin yanlış, herkesin kötü olduğu bir jargona mahkum oluyorlar. Sebebi karşısındaki hasmına duyulan nefrettir.

Nefret konusunda en güzel mesajlardan biri Francis Ford Coppola’nın meşhur The Godfather (Baba) üçlemesinin sonuncusunda geçer.

Michael Corleone (Al Pacino) yeni Baba koltuğuna oturan yeğenine (Andy Garcia) öğüt verir:

“Düşmanından nefret etme, bu senin muhakemeni öldürür.”

Nefret duygusunun ilk öldürdüğü yanımızın adalet duygusu olduğuna inanırım.

Sonra da mantık melekemizi.

Bu yüzden düşmanından nefret eden kişi muhakemesini kullanamaz ve yenilir.

Ayrıca nefretle konuşan birinin inandırıcılığı da olmaz. Her şeyin ve herkesin kötü diye tanımlanması yaşamın doğasına aykırı.

Bu arada nefret ile öfke birbiri ile karıştırılmamalı.

Nefret, karşısındakini bütüncül olarak düşmanlaştıran, yok sayan, ötekileştiren, uzun süreli ve zihinsel tahribatı yüksek bir duygudur.

Öfke ise dönemsel, geçici, olaya ya da kişiye özgü bir anlık duygudur.

Öfke diner, nefret süreğendir.

Şaşırtıcı bir şey söyleyeyim: Nefretin faydalı olduğu hiçbir şey görmedim ama öfkenin gerekli olduğu zamanlar olduğunu düşünüyorum.

Örneğin yediği gole, seyirci tezahüratına öfkelenen bir takımın oyuncuları öfke ile motive olur, adrenalin salgılar ve buradan bir enerji doğabilir.

Savaşta arkadaşını kaybeden asker öfkelenerek ortaya mücadele enerjisi çıkartabilir.

Kendisine haksızlık yapılan bir siyasetçi öfkeyle daha iyi konuşur, daha iyi insanları etkiler, daha mücadeleci olur.

Siyasette, sporda, savaşta öfke gerekli bir duygudur. Şaşırmayın, öfkeyle, nefreti ayırın dediğime hak vereceksiniz.

Şöyle ayrım yapabilirsiniz:

Boks ringinde öfkelenip rakibini nakavt eden bir boksör kazandıktan sonra rakibini teselli ediyorsa onda nefret yoktur.

Çanakkale’de yaralı Anzak askerini taşıyan Mehmetçik düşmanından nefret etmemişti.

Seçimi kazanan bir lider rakibini tebrik etmişse o nefretle siyaset yapmıyordur.

Medya dünyasında öfkeli meslektaşlarım var, ancak onların gözlerini nefret bürümediğinden desteklediği tarafın hatalarını da görebiliyor.

Ancak aklını ve kalbini nefret kaplamış birinin, karşısındakinin iyi yönünü görmesi mümkün değildir, bu yüzden de doğru tespit yapması imkansızdır.

Nefretin insanı içsel bir erozyona, melankolik bir erimeye ve tükenmişlik duygusuna götüren tarafı vardır.

Beddua edenlerin çoğu nefretle doludur. Bu yüzden eskiler, beddua etmeyin size geri döner der. Sebebi nefretin yarattığı içsel tahribattır aslında.

Nefret duygusu öylesine bulaşıcı ve güçlüdür ki, insanı bir süre sonra sevdiklerinden, en güzel şeylerden ve sonunda kendinden nefret eder hale getirebilir.

İntihar duygusunun en büyük tetikleyicisi nefret duygusudur.

Öfkelenin ama nefret etmeyin sakın.

Kemal Öztürk