“Hafta sonu geldi bile… Ne zaman geçti bu günler? Nasıl Pazar oldu anlamadım?”

Sanırım sizin de çok sık olarak kullandığınız cümlelerden bazıları bunlardan biri olsa gerek.

Mesela ben de, “daha yeni Pazar yazısı yazmıştım. Pazar ne zaman geldi?” diyorum şu anda.

Dünyanın dönüş hızında bir değişiklik olmadığına göre, neden günlerin çok hızlı geçtiğini düşünüyoruz?

Ya da herkes mi günlerin çok hızlı geçtiğini düşünüyor?

Önceleri yaşım ilerledikçe günlerin hızlı geçtiğini zannettim. Sonra baktım kızım, oğlum da aynı dertten mustarip.

Zaten yaşı ileri olanlarla konuştuğumda zamanın bir türlü geçmediğinden şikayet ettiler. Kendilerini meşgul etmek için türlü uğraşlar icat etmeye çalışıyorlardı

“Herkes aynı şeyi hissediyor mu?” sorusunu bu kez coğrafi bir sınırlamaya tabi tutalım.

Şehirde yaşayanlarla köyde yaşayanlar, günlerin aynı şekilde hızlı geçtiğini mi düşünüyor?

Sanırım aradığımız cevabın bir kısmı burada gizli olabilir.

Haftanın bazı günlerini köyde geçiriyorum, bu yüzden şehir ve köy yaşantısını kıyaslamak benim açımdan kolay.

Köydeki komşumuz Pır Pır Mustafa (pancar motorundan küçük bir arabası var o yüzden lakabı Pır Pır) köyde günlerin çok hızlı geçtiği konusunda bizim kadar şikayetçi değil.

Bakması gereken hayvanları, ekmesi gereken toprağı ve ilgilenmesi gereken meyve ağaçları var.

Kışın erken saatte uyuyor ve gün doğmadan kalkıyor.

Fiziki olarak çok çalıştığı için TV seyretmeye, sosyal medyada vakit geçirmeye zamanı yok. Zaten uzun süre benim ekranlara çıkan bir gazeteci olduğumu bilmedi.

Pır Pır Mustafa için zaman kavramı bizimkiyle aynı değil. Köylülerin zaman, mekan ve mesafe kavramları şehirlilerden çok farklı. “Az ötede” dediği yer çok uzak, “birazdan” dediği süre saatler sonrası olabiliyor.

Şehir hayatında bizim zaman tüketimimiz ile Pır Pır Mustafa’nın köydeki zaman tüketimi aynı değil. Tüketim konusunda birçok şeyimiz aynı değil zaten.

İstanbul’da bir yerden bir yere gitmek için harcadığımız zaman en az bir saati buluyor artık. Oysa Pır Pır Mustafa komşusuna, markete, tarlaya, camiye, sağlık ocağına giderken harcadığı süre maksimum 10 dakika.

Şehirdeki hayatımızda bankaya, hastaneye, markete, AVM’ye giderken sırada beklemek, randevu almak, park yeri bulmak için harcadığımız zaman en az trafik kadar tüketiyor saatlerimizi.

Sanırım tükenen sadece zaman değil sinirlerimiz, enerjimiz hatta yaşama sevincimiz de tükeniyor bu esnada.

Şahsen trafiğe ve park yeri bulmaya artık tahammül edemiyorum ve bir yere gitmeyerek asosyal biri haline gelmek üzereyim.

Pır Pır Mustafa ile zamanın akışını algılama konusunda aramızdaki fark, sadece köy ve şehir hayatından kaynaklanmıyor.

Pır Pır Mustafa benim gibi akıllı telefon, bilgisayar kullanmıyor, sosyal medya hesapları yok ve e-maillerine bakmak zorunda değil.

Onun boş zamanlarını harcadığı tek yer kahvehane. (Genellikle tarım ile uğraşmadığı kış aylarında kahvede arkadaşlarıyla okey oynuyor.)

Bu da çok fazla zihni meşgul eden bir şey değil. Okey masasından kalkınca, oyun ya da orada konuşulanlar bir daha zihnini meşgul etmiyor.

Buraya özellikle dikkat.

‘Zihin meşguliyeti’ cevabı bulmamızda anahtar kelimelerden biri.

Eskiler, mezar taşı okumayın hafızanız zayıflar derdi. Sonra plaka okumayın dediler aynı gerekçeyle.

Bu tembihin nedeni, zihnin gereksiz bilgilerle dolması ve meşgul olması durumunda hafızanın zayıflayacağı tezidir.

Şimdi kendimize, yani şehirde yaşayan insanların durumuna bakalım. Artık mezar taşı ve plaka okuduğumuzu sanmıyorum. Ama elimizdeki telefonlardan binlerce mezar taşı ve plakadan daha fazla veri okuyoruz ya da görüyoruz.

Maruz kaldığımız enformatik sel sonucu zihnimiz tam olarak malumat çöplüğüne döndü.

Gelen enformasyon moralimizi, ruh halimizi, sinirlerimizi ayrıca tahrip ediyor. Telefonu kapattıktan sonra maruz kaldığımız selin etkisi de devam ediyor…

Zamanın hızlı geçtiğini bize zannettiren şeyin şehir yaşamının yanında, bir de maruz kaldığımız enformatik istiladır kısacası.

Bunun sağlamasını kolayca yapabilirsiniz.

Küçük bir kasaba ya da köyde telefonunuzu kapatarak, televizyondan uzak durarak zamanın akışını ölçebilirsiniz.

O zaman “günler neden bu kadar hızlı geçiyor?” demeyeceğinize eminim.

Kemal Öztürk