6 Şubat bir depremden öte, bir milletin görebileceği en büyük affetti. Bir devletin, bir ulusun, milyonlarca depremzedenin bu afette imtihan olduğunu unutmadım…

Malatya’da

Bostanbaşı mahallesinde binaların hepsinin sağlam gözüktüğünü ama ruhu çıkmış bedenler gibi hepsinin temelden ağır hasar alıp kullanılamadığını çok sonradan anladığımızı unutmadım.

Suların akmadığı, elektriğin olmadığı, karanlık gecelerde bacalarından dumanlar çıkan çadırlarda binlerce insanın dondurucu soğukta uyumaya çalıştığını unutmadım…

Yıkılan ve hiçbir binanın ayakta kalamadığı Yeni Cami bölgesine, her gün yaşlıların yine de geldiğini; anılarının, çocukluk hikayelerinin moloz halinde kamyonlara yüklenip götürülürken göz yaşı döktüklerini unutmadım…

Maraş’ta

Şehre girerken üzerinde koca bir toz bulutu gördüğümde irkildiğimi ve tarihi Trabzon caddesinin enkaz caddesine dönüştüğü unutmadım.

-5 derece soğukta Fuar yerindeki çadır kentte, titrek çocuk ellerini, uykusuzluktan feri çekilmiş anne gözlerini, yüzü kırışmış babaları, zihni karışmış dedeleri ve “içeride bebek var” yazan çadırı unutmadım.

Suriyeli, Afgan göçmenlerin bir yandan kaybettikleri yakınlarına, bir yandan yaban ellerde yaşadıkları felakete yanarken; bir yandan da kaygıyla yardım gelmesini beklediklerini unutmadım.

Adıyaman’da

Depremde en geç haber alınan şehir oldukları, yeterince ilgi görmediği için isyan eden gençleri, enkaz başında feryat eden anneleri, çaresiz belediye işçilerini unutmadım.

Yolun bir kenarında derme çatma bir ocak yapan, üzerine mercimek çorbası pişiren Kuşadası’ndan gelmiş, küpeli gönüllü aşçıyı ve onun pişirdiği çorbaları depremzedelere dağıtan şalvarlı sofiyi unutmadım.

Herkesin, önünden geçerken “burada sporcular kalıyordu” diye enkazını gösterdiği İsias Oteli unutmadım.

Hatay’da

Şehre girdiğimde “gördüğümüz tüm deprem şehirlerini bir yana, Hatay’ı bir yana” koymalıyız dediğimi unutmadım.

Antakya’da şehrin şah damarı Vali Göbeği meydanında tek bir evin dahi sağlam kalmadığını, yıkılmış evlerin camlarından fırlamış siyah beyaz, renkli aile fotoğraflarının yollara saçıldığını unutmadım.

Dostum Nuri’nin ailesiyle birlikte babasının na’şını almak için günlerce parkta yatıp enkazın kaldırımlısını beklediğini unutmadım.

Türkiye’nin

Her yerinden dalga dalga insanların bu şehirlere yardım etmek için akın ettiğini, çantasında, bagajında evinden yiyecek getirdiğini unutmadım.

Tüm kayıplara, yokluğa, acılara rağmen bir milletin nasıl tevekkül ettiğini, Allah’a sığındığını, kaderini kabullendiğini asla unutmadım.

Arama kurtarma çalışmalarında onlarca can kurtaran isimsiz gönüllü fedaileri unutmadım.

Kahraman itfaiyecilerin hem ailelerini kurtarmak, hem de vatandaşları kurtarmak için insan üstü bir gayretle çalışmalarını unutmadım.

Zonguldak’tan, Manisa’dan gelmiş kahraman madencilerin kasklarında lambalar, ellerinde kazmalarla nasıl mucizeler yarattığını unutmadım.

Doktorların, hemşirelerin, sağlıkçıların, eczacıların büyük fedakarlıklarını, yürekli çalışmalarını unutmadım.

İhmalleri, beceriksizlikleri, yanlışları, hataları gördükçe liyakatin, ehliyetin ve eğitimin ne kadar önemli olduğunu, o enkazların başında bir kez daha anladığımı da unutmadım.

Unutmadım o günleri… Her şey sanki canlı zihnimde duruyor.

Hüzün, acı, öfke, gurur, dayanışma ruhu ve büyük bir milletin parçası olmanın verdiği onur…

Tüm duygular o günkü gibi içimde canlı duruyor sanki…

Allah bir daha yaşatmasın, kaybettiklerimizin mekanı cennet olsun…

Kemal Öztürk

aljazeera.net