Gazze’ye henüz yeni bir gazeteciyken, 1999’da gitmiştim ilk defa. Daha o zaman “Açık bir hapishane demek böyle oluyor.” diye yazmıştım.

Rahmetli Şeyh Ahmet Yasin ile o zaman röportaj yapmıştım.

Sorular aynı, dertler aynı, acılar aynıydı o tarihte de.

Yıllar sonra 2012 yılında tekrar gittim Gazze’ye. Mısır üzerinden 12 ülkenin dış işleri bakanları birlikte girmişti Gazze’ye.

Ben de gazeteci olarak onlarla birlikte girmiş ve İsrail bombardımanıyla ilk kez o zaman karşılaşmıştım. Refah Kapısından girdiğimde hemen ötemize bir bomba düşmüş, şiddetini göğsümüzde hissetmiştik.

Ne acıdır ki Gazze’yi o zaman daha perişan görmüştüm. At ve eşek arabalarının toprak yollarda eşya taşıdığı, tarihin 50 yıl gerisinde yaşayan bir şehirdi adeta.

İsrail bombardımanında yıkılan evlerin arasından çıkartılan yaralılar yine Şifa hastanesine taşınıyordu.

Bombaların şiddetinden bazen yatağımdan savruluyor, yerin titrediğini hissediyordum. Öylesine büyük bombalar atılıyordu ki, koca apartmanlar toz haline geliyor, içindekiler buharlaşıyor ve cenazeleri bulunmuyordu.

İnsanlar yakınlarının öldüğüne değil, cenazelerinin buharlaşmasına ve bir mezarının olmamasına daha çok ağlıyordu.

Gazze’nin acı gerçeği ile o gün karşılaştım. Ölüm ve yaşam iç içeydi. Havadan uçaklar, denizden gemiler, karadan füzeler ölüm yağdırıyordu ve kaçacak yer yoktu.

Dünyada bir benzeri olmayan utanç ablukası böyle bir şeydi.

2013 yılında yine gittim Gazze’ye. İsmail Haniye ile ilk görüşmemiz burada oldu.

Başbakandı kendisi, ben de Anadolu Ajansı’nın başkanı.

Gazze’de ilk defa ofis açacaktık. Onun resmi görüşmesini yapmıştık. Çok mutlu oldu. Yüzünde o etkileyici tebessümü, sıcak kanlı tavırları, muhteşem sesi tonu ve harikulade Arapçasıyla etkilemişti beni.

Gazze’nin ne güzel binası dedikleri bir yerde açmıştık ofisi.

Haniye Filistin’in sesini dünyaya duyuracak bu ofis bizim için büyük şereftir demişti.

Benim için büyük şeref olayı ertesi günü yaşadım.

Cuma namazına gittik. Namazı İsmail Haniye kıldırdı. Hutbede, “Gazze’de Anadolu Ajansı ofis açtı. Bizim sesimizi dünyaya duyuracak. O ofisi açan genç adam burada. Size tanıtacağım.” dedi. Beni çağırdı, elimi kaldırıp cemaate tanıttı. Benim için büyük şeref buydu.

Açtığımız ofis her İsrail saldırısının fotoğraf ve videolarını dünyaya servis ediyordu. Birkaç yıl sonra İsrail o ofisi bombaladı. İçindeki cihazlarla birlikte yok etti.

Ancak başka yere ofis yine açıldı ve bugün hala Anadolu Ajansı oradan Filistin’in sesini dünyaya duyuruyor.

Haniye o gün beyaz entarisi, beyaz takkesiyle ve insanı büyüleyen Kuran-ı Kerim tilavetiyle siyasi bir isim değil de manevi bir lider gibiydi. İnsanın kalbine hitap eden gülümsemesi ona sarılma hissi uyandırıyordu. Mazlum Filistin halkının mütebessim Başbakanıydı o.

2024 yılında bu kez yolumuz Doha’da kesişti. Temmuz ayının 16’sında ona ayrılan ikametgahta görüştük bu kez.

3 çocuğunu, 4 torununu, onlarca aile üyesini ve 40 Bin Filistinliyi kaybetmiş birinin çökmüş vaziyette olması gerekirdi. Ama öyle değildi.

Canlı, enerjik, mücadele ateşiyle dolu biri çıktı karşıma. Doğrusu şaşırdım. O muhteşem tebessümü yine yüzündeydi. Ve onun yarattığı sarılma hissi yine kalbime çökmüştü. Ben de sarıldım, bir daha sarıldım…

Bembeyaz saçları, sakalları, nurlu yüzüyle yine bende siyasi bir aktör değil, manevi bir önder izlenimi bırakmıştı.

Ancak Gazze’de yaşananları, dünyanın duyarsızlığını anlattığında gözlerinden öfke, sitem, feryat fışkırmaya başladı.

Tüm dünyayı bir imtihana sokan, zalimlerle mazlumların tarafını tutanları ayıran bir savaşın lideri tüm acı gerçekleri haykırıyordu o gözleriyle.

Omuzunda koca bir davanın yükü vardı. Tüm ölen çocuklar onun çocuğu, tüm şehitler onun kardeşiydi adeta. Acıları öylesine sinmişti yüzüne, bedenine.

Son cümlesi şöyleydi İsmail Haniye’nin: “Bizim harekatımızı eleştirenler zaten her durumda bizi eleştiren insanlar. Biz özgürlük mücadelesi veriyoruz, işgal edilmiş topraklarımızı kurtarmak için canımızı feda ediyoruz. Onlar ise bu işgale son vermek için hiçbir şey yapmadan eleştiriyorlar sadece. Biz Allah’a güveniyoruz ve onun izniyle zafere ulaşacağız. Bu uğurda can vermeye de hazırız.”

Bunları söyledikten 15 gün sonra dediği gibi canını feda etti. Çocuklarına, torunlarına, 40 Bin evladına, binlerce Filistinli şehide kavuştu.

Sürgünde öldü, sürgünde namazı kılındı, sürgünde toprağa verildi. Cenazesini bile Gazze’ye almadılar. Zaten biz de onu kalbimize gömdük…

Neredeyse 25 yıldır Filistin’in hikayesini takip ediyorum, yazıyorum, liderleriyle konuşuyorum. Şeyh Ahmet Yasin’den sonra İsmail Haniye’yi de tanıdım ve o da şehit oldu.

Bir insan olarak, bir Müslüman olarak ve bir gazeteci olarak ayrı ayrı acı biriktirdim bu süre içimde.

Fakat tüm acılarım Filistinlilerin çektikleri yanında bir anlam ifade etmiyor…

Kemal Öztürk
aljazeera.net